“`html
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali üzerinden tam üç yıl geçerken, ABD ve müttefikleri Moskova yönetimini, uluslararası hukuku ihlal eden bir parya olarak değerlendirmekte hız kesmedi.
Ancak, ABD’nin eski Başkanı Donald Trump, bu durumu köklü bir değişimle tersine çevirmeye çalışıyor. Moskova ile ilişkileri yeniden kurmayı amaçlayan Trump, Rusya’yı saldırgan bir devlet olarak tanımlamaktan kaçınıyor ve Ukrayna’yı da savaşın kurbanı olarak kabul etmiyor.
Geçtiğimiz Cuma günü Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında gerçekleşen tartışmalı toplantıda bu tutum belirgin bir şekilde kendini gösterdi.
Bu durum, bazı analistlerce 1990’lardan bu yana var olan “liberal dünya düzeninin” sona erdiğine işaret anlamına gelmektedir. Ancak, asıl mesele bu mu?
Liberal Hegemonya Çağı
“Liberal dünya düzeni” terimi, taahhütler, ilkeler ve normlara dayanarak şekillenen bir uluslararası ilişkiler sistemini ifade etmektedir. Bu sistemin temellerinde, uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi kuruluşlara dayalı yapılanmalar bulunmaktadır.
Aynı zamanda, liberal dünya düzeni serbest ticareti teşvik eden değerler ile desteklenmekte ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumlar tarafından güçlendirilmektedir.
Bu düzenin temel ideolojisi, Batı tarzı liberal demokrasinin en üstün yönetim biçimi olduğu inancı üzerine inşa edilmiştir.
Uluslararası hukukun ihlali, BM Genel Kurulu kararları ya da Uluslararası Adalet Divanı kararları ile resmiyet kazanabilir. BM Güvenlik Konseyi, ekonomik yaptırımlar uygulayabilir ya da bazı durumlarda askeri müdahaleleri onaylayabilir.
Ancak uygulamada, yaptırımlar ve askeri müdahaleler çoğunlukla BM onayı olmaksızın hayata geçirilmektedir. Bu durum, Rusya’nın uzun süre eleştirdiği bir konu olmuştur.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2007 Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, güç kullanılmasının yalnızca BM onayı ile meşru olabileceğini belirterek, NATO ve AB’nin BM’nin yerine geçmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
2023’te Polonya’nın başkenti Varşova’da konuşan dönemin ABD Başkanı Joe Biden, Ukrayna’daki savaşı “kurallara dayalı uluslararası düzen ile kaba güç anlayışı arasında gerçekleşen büyük bir özgürlük mücadelesi” olarak tanımlamıştır.
Fakat, Rusya’nın Ukrayna’ya işgali hem uluslararası hukukun ihlali hem de küresel düzen açısından ciddi bir meydan okuma oluşturmuştur.
Batı’nın bakış açısına göre, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik eylemleri, Soğuk Savaş sonrası dönemin en büyük kurallara aykırı uygulaması olarak değerlendirilmektedir.
Princeton Üniversitesi’nden siyaset ve uluslararası ilişkiler uzmanı G. John Ikenberry, bu savaşın üç temel ilkeyi ihlal ettiğini açıklamaktadır:
“Ülkerin gücüyle toprak sınırlarını değiştirmeye hakkı yoktur.”
“Sivillere yönelik şiddeti savaş aracı olarak kullanmanız kabul edilemez.”
“Nükleer silah kullanma tehdidinde bulunmak da yasaktır.”
İkenberry, Putin’in ilk iki ilkeye aykırı hareket ettiğini ve üçüncü ilkeyi tehdit unsuru olarak kullandığını ifade ederek, “Bu durum, kurallara dayalı düzen için gerçek bir krizdir” demektedir.
Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batı’nın tavrının uluslararası hukuku ve BM otoritesini hiçe saydığını iddia etmektedir.
Moskova, NATO’nun 1999 yılında Yugoslavya’yı bombalaması, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali ve 2008’de Kosova’nın bağımsızlığını desteklemesini, BM Güvenlik Konseyi’nin izni olmadan gerçekleştirilen eylemler olarak örnek göstermektedir.
Rusya’ya göre bu eylemler, BM Şartı’nın ihlali niteliğindedir.
Washington’un İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımı, liberal dünya düzeninin en büyük tartışmalarından birini teşkil etmektedir. Birçok ülke, Biden yönetimini İsrail’e sağladığı askeri yardımlar sebebiyle eleştirmiş ve ABD’yi Filistinlilerin zararına kayıtsız kalmakla itham etmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, Washington Post’a verdiği röportajda, “Bu belirgin şekilde çift standart ve hatta bir tür ırkçılıktır. Eğer Filistinli kurbanları, Ukraynalı kurbanlarla eşit görmüyorsanız insanlık içinde bir hiyerarşi oluşturuyorsunuz demektir. Bu durum kabul edilemez” açıklamasında bulunmuştur.
Ikenberry, liberal dünya düzeninin ABD’ye, ABD dolarına ve Amerikan ekonomisine bağlı olarak şekillendiğini, esasen NATO ve diğer ittifakların temel yapı taşları oluşturduğunu belirtmektedir. Yani, BM Güvenlik Konseyi’nden ziyade ABD’nin “liberal hegemonyası” ile şekillenen bir yapıdan bahsetmek mümkündür.
Amerika’nın Düzeni Koruma Rolünün Bozulması
Geleneksel olarak, mevcut uluslararası düzeni değiştirmek isteyen ülkeler “revizyonist güçler” olarak tanımlanmaktadır. Uzun yıllar boyunca ABD’li siyasetçiler ve analistler, Çin ve Rusya’yı bu kategoriye dahil etmiştir.
Princeton Üniversitesi’nden Ikenberry, son dönemde ABD’nin kendi kendisini “dünyanın en büyük revizyonist gücü” olarak konumlandırdığını ifade etmektedir.
Ikenberry, Trump yönetiminin, uluslararası sistemin “liberal kurallarını” göz ardı etme çabası içinde olduğunu belirtmektedir.
Trump, yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, “Yönetimim, geçmiş dönemlerin dış politika hatalarına kesin bir şekilde son vermektedir” ifadesinde bulunmuştur.
Bu değişikliklerin çoğunun, Kongre ve yargı tarafından engellenmesinin oldukça zor olduğu gerçeği, dış politika konusundaki değişiklikleri daha radikal hale getiriyor.
Trump, Rusya ile ilişkileri yeniden kurma çabasını ABD çıkarları açısından bir avantaj olarak sunmuştur.
ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, sosyal medyada yaptığı açıklamada, “Bu savaşın devam etmesi Rusya için zararlı, Ukrayna için zararlı, Avrupa için zararlı. En önemlisi, ABD için de zararlı” demiştir.
Ancak Trump’ın bu yeni diplomatik yaklaşımı, ABD kamuoyunda pek de olumlu karşılanmıyor.
Bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların en fazla desteklediği konular arasında Trump’ın göç politikaları öne çıkarken, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin çatışmasına dair tutumu ise en az desteklenen politikalar arasında yer alıyor.
Ameriklilerin üçte ikisi Ukrayna’yı müttefik olarak görmekte ve neredeyse yarısı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hakkında olumlu düşüncelere sahiptir.
Trump’ın Diplomatik Çalkantısı
Oxford Üniversitesi’nde Rusya ve Avrasya çalışmaları alanında araştırma görevlisi Dr. Julie Newton, “Şubat 2025’te, artık uluslararası düzeni tehdit eden ülke ABD’dir” açıklamasında bulunuyor.
Newton, gerekçe olarak Trump’ın Ukrayna’nın doğal zenginlikleri üzerindeki kontrol taleplerini, Rusya ile ilişkileri normalleştirme çabalarını ve Zelenski’ye yönelik tutumunu, ayrıca Avrupa’daki aşırı sağ partilere verdiği destekleri sıralıyor.
24 Şubat tarihlerinde, Ukrayna işgalinin üçüncü yıl dönümünde, ABD, BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın saldırganlığını kınayan bir karara karşı oy verdi.
Bunun yerine, ABD, çatışmada “her iki tarafın da maruz kaldığı trajik can kayıplarını” vurgulayan daha yumuşak bir beyanat önerisinde bulundu. Bu sırada Trump, Washington ile Moskova arasındaki ekonomik bağları yeniden kurma çabası içinde olduğunu açıkladı.
Dr. Newton, “Trump’ın diplomatik dönüşümü, Helsinki Belgesi’nin ilkelerini ihlal etmekte ve ABD’yi müttefiklerinin gözünde yeni bir rakip konumuna sokmaktadır” demektedir.
Helsinki Nihai Senedi, 1975 yılında ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanan bir anlaşmaydı. Bu anlaşma, toprak bütünlüğü, sınırların tanınabilirliği ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerini güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden Rusya uzmanı Sergey Radchenko, “Trump, Putin’in perspektiflerinden bakıyor, 19. yüzyılın emperyalist düşüncelerine sahip” diye ifade etmektedir.
Radchenko, “Avrupa, Rusya’ya baskı yapabilecek önemli ekonomik güce ve finansal araçlara sahip” diyerek, “Trump, Putin ile ne kadar ileri giderse gitsin, Avrupa’nın aynı anda Rusya ile ilişkilerini normalleştirmesi pek olası görünmüyor” açıklamasında bulunmuştur.
Atlantik Konseyi’nin Avrasya Merkezi’nden Shelby Magid, “liberal dünya düzeninin sona erdiğini” ilan etmek için henüz erken olduğunu söylemektedir.
ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları hâlâ yürürlüktedir ve Trump yönetimi, bu yaptırımların yalnızca Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmesi halinde kaldırılacağını belirtmiştir.
“Erken bir normalleşme girişiminin riskli olduğu konusunda hemfikiriz, ama henüz bu noktaya ulaşmış değiliz” diyen Magid, “Sonuç olarak, dünya düzeni üzerindeki kalıcı etki, savaşın nasıl sonlandırılacağı ve barışın sağlanmasıyla belirlenecek, bu sürecin işleyişi ile değil” şeklinde ekliyor.
“`
More Stories
Çeşme’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Etkinlikleri
Çocuğuna bu üniformayı giydiren aileler dikkat! Teker teker toplatılıyor
Malatya’da Yaya Kazası: Yaşlı Adam Hayatını Kaybetti